20 Mayıs 2010 Perşembe

Musa Cimilli

(Musa Cimilli Abimize bize zaman ayırıp bu çok kıymetli anılarını ve bilgilerini bizlerle paylaştığı için buradan da bir kez daha kendisine SOKAK ve tüm Ankaragüçlüler adına teşekkürlerimizi sunuyoruz.)

30 yıl önce 1979’da çaycı olarak girip hemen sonrasından itibaren malzemeci olarak sürdürdüğü görevi boyunca sayısız oyuncu ve teknik adamla çalışmış, 1981 Türkiye Kupası’nın alınışını görmüş ve 1991’deki şanssız bir şekilde elimizden kaçan kupanın finalini yaşamış, milli takımda görev alırken tercihini Ankaragücü’nden yana koyacak kadar da Ankaragüçlü ve de vefakâr… Bizden biri ile röportaj serilerimizin ilkini gerçekleştirmek istedik. Ankaragücü’müzün emektar malzemecisi Musa Cimilli ile ya da hepimizin Musa Abisiyle… Kendisiyle anılarından, yaşanan ilginç anlardan, eskiden Ankaragücü’nde forma giymiş futbolculardan, takımı çalıştırmış teknik adamlara kadar pek çok konuda zevkli ve eğlenceli bir sohbet gerçekleştirdik. Sizleri bu güzel röportajla baş başa bırakmadan önce Musa Abimizin de teyit ettiği ve inandığı gibi “Son Sarı Yaprak Düşmeyecek!” diyoruz.

Ankaragücü’ne İlk Adımı Atış

Askerlikte buradaki spor okulundaydım. Ama askerlikten önce de zaten Ankara’da oturuyordum. Oraya da futbolcular gidip geliyordu. Benim abim eski gazeteciydi. O zaman Kaleci Adil gelmişti, onunla muhabbet ettik. Beni sevdi Adil abi. Askerlik bitince o zaman babamın çalıştığı Sümerbank’a gitmiş “Musa nerede?” diye sorup “Tandoğan’a, kulübe bir uğrar mı” demiş. Sene 1979. O sırada da çaycı ihtiyacı varmış. “Çaycılık yapar mısın?” dediler, “yaparım” dedim. Daha sonra malzemecilikte çalışan arkadaş askere gidince malzeme sorumlusu Ahmet amca da beni yanına aldı. Çaycılıktan başladığım kulüpte malzemeci oldum. Zaten çaycıyken de deplasmana gidiyordum. Futbolcular falan herkes bana hasta oldu. 30 senedir buradayım. Üç dört senedir de emekliyim. Elimiz ayağımız tuttuğu sürece, bu işi de sevdiğimize göre devam edeceğim. Yönetim de sağ olsun benden memnunlar.

Milli Takım Mı, Ankaragücü Mü?


Sonra Tınaz Tırpan hoca geldi. O daha sonra milli takıma geçince “gelir misin” dedi, “niye gelmeyeyim hocam” dedim. 1988-1989 sezonunda Ankaragücü’nü bırakmadan hem Ankaragücü’nde hem de milli takımda çalıştım. Daha sonra “ya Ankaragücü ya milli takım” dediler. Ben de gözümü burada açmışım, Ankaragücü dedim.

Hüsnü’nün Transferi

O zaman yılın transferi olarak Hüsnü (Özkara) ile anlaşılıyor. Yılmaz Gökdel’in zamanında. Hüsnü’yü almaya askerliğini yaptığı Erzincan’a gidilecek. “Ben gideyim abi” dedim “Ben Erzurumluyum, nasılsa kayınvalidem de var Erzincan’da”. “Tamam” dedi. Her şeyi ayarlamışlar, bana parayı ve uçak biletini verdiler. Ben oradan komutanından Hüsnü’yü alacağım ve o hafta maçımızın olduğu Bursa’ya götüreceğim. Erzincan’a bir gittim, tabii komutana ne diyeyim “çaycıyım” mı diyeceğim. Zaten buradan haber gitmiş, kâğıt (belge) de var. Gittim, Ankaragücü’nün idarecisiyim dedim. Dediler ki komutan sizi bekliyor. Oturduk komutanla çay kahve içiyoruz. O sırada Hüsnü’yü çağırdılar. Ben Hüsnü’yü tanıyorum futbolla ilgilendiğim için ama o beni tanımıyor. Hüsnü geldi, ben onu tanıyorum ama o beni tanımıyor. “Merhaba” falan dedi ki ben “n’apıyorsun lan kerata” dedim, adam şok oldu. Ben de hiç bozmuyorum. Neyse çıktık, dedim ki al sen bu uçak biletini, para da vermişlerdi, parayı da al, benim toplantım var Erzurum’da oraya gideceğim. Faturaları kestim, onu yolladım Bursa’ya gitti. Bursa dönüşü geldi, beni daha sonra görmemiş ama ben yine çaycıyım orada. Tandoğan’daki eski tesislerde Halil İbrahim’le bilardo oynuyorlar. O arada idareciler çay istedi. E, baktım onlar da bilardo oynuyorlar, nasıl gideceğiz! Arka kapıya baktım, yok! Dedim ki bir gün nasılsa yakalanacağız zaten. Ben çayları aldım gidiyorum, beni görünce sordular “bu kim?”; “çaycı”. Bir baktım bana atladı. Allah’ım yarabbim, sarmaş dolaş. E, n’apayım ne diyeyim. Allahtan ki tez bitti, sahada falan görse beni idareci bilecek J. Sonra onunla da gayet iyi dostluğum oldu. Malzemeci olunca henüz yeni olduğum için daha çivi sıkmasını bile bilmiyordum. O gelirdi soyunma odasına “abi bu böyle yapılır, şu söyle yapılır” diye yardımcı olurdu.

‘Bulut Restaurant’ta Mola!

Bir deplasmanda İzmirspor’dan aldığımız Gürsel Barış vardı. Biz de devamlı otobüsle gidiyoruz ya, giderken restaurantlarda mola veriyoruz. O zamana kadar uçağa hiç binmemiştim. Molalarda yemek yerken onlarla yiyoruz. Gürsel de içkiyi çok seviyormuş, nereden bileyim. Hep gel abi sen benim yanımda otur, “tamam”. Uçağa bineceğimiz gün de hava yağmurlu ki ben uçağa da binmeyeceğim diye biliyorum. Havada nasıl bir şey olduğunu görüyorum da yerde nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Topçulardan herkes binmiş o beni oyalıyor. “Abi” dedi “sen yine benim yanımda otur da ‘Bulut Restaurant’ var havada, orada mola verince yine beraber yeriz”. Karada mola veriyor ya havada da mola vereceğiz sanıyorum. “Tamam, kardeşim” dedim, “ayıp ediyon!”. Biz bununla muhabbet ederken millet uçağa biniyor. Giden topçu demiş ki “başkanın oğlu geliyor arkada”. Tam otobüs uçağa yanaştı dediler ki “otobüsün içi halı, ayakkabılarını çıkar”. Daha önce bineni görmemişim, çıkardım. Hakikaten o da çıkardı benim yanımda. Heyecandan şöyle Demirel gibi biri iki adım attım basamaktan. Hostes “buyurun beyefendi” dedi. Meğer onlar söylemişler ya [başkanın oğlu diye] bileti gösterdim. Baktım hakikaten de uçağın içi halı. Ben ne bileyim. Bir baktım ben gezdikçe millet gülüyor. Tam aşağı götürdüler bir de öbür taraftan dolandık bu sefer o taraftakiler gülüyor. “Allah Allah” dedim “nereye geldik!”. Sonra bir yere oturttular. Sonra biraz gittik, baktım kek geldi. “Allah Allah, kardeşim bu ne, mola vereceğiz ya, hani ‘Bulut Restaurant’?”. “Abi” dediler “biraz sonra vereceğiz, daha yolumuz uzun”. Ne bileyim ben, daha hala kafam basmamış olaya, orada işte bizi kekle kandırmışlar J. İlk uçak anım da bu, şimdi dolmuşa biner gibi biniyoruz.

30 sene bütün deplasmanlara gittim takımla beraber. İyi kötü anılarımız oldu.

2003-2004 Sezonu Akçaabat Sebatspor Maçı

Orada ben bayağı hırpalandım. Takımı maç yapıyor ben soyunma odasında bekliyorum. Bir baktım, soyunma odasının önünde sopalarla üç kişi. “A.. ko…n çocukları! Kaç para aldınız!”. Dedim “doğru konuş, ben malzemeciyim”. “Sana demiyorum. Bu a... k…n çocukları kaç para aldı?”. “Ya ben ne bileyim, ben gariban bir malzemeciyim”. “Niye asılıyorsunuz lan a... k…n çocukları” falan gibi şeyler diyorlar. O sırada da takım 1:0 galipmiş. Allah’ım yarabbim ben onu da bilemiyorum soyunma odasında olduğum için. Soyunma odasının kapısını bıraksam talan edecekler. “Kardeşim ben malzemeciyim” falan… Sonra bizimkiler gol yiyince bir baktım bunlar dağıldı. Şimdi yemeseler bunlardan habersiz soyunma odasına gelen bizim topçular dayak yiyecek. Polis molis de yok, nasıl tezgâhı koydularsa. Sonra idarecilere anlattım “abi böyle böyle… İyi ki de gol yemişiz yoksa biz buradan nasıl çıkacağız!”. Polisi falan ondan sonra koydular ama… Maç bittikten sonra gene taşlar falan yedik. Galip gelsek mümkün değil çıkamazdık; dağın başında Sebat sahası. Yendikleri halde bile bunu yaptılar. O zaman tabi Bursaspor için oynuyorduk.

Futbolcu ve Teknik Adamlarla Muhabbetleri

Ahmet Yıldırım var mesela. Ailecek gidip geliriz. Hatta bir yılbaşında İstanbul’a davet etti. Halen de görüşürüz. Hasan Şaş’la görüşürüz. Hocasıyla, futbolcusuyla hepsiyle de ayrı anılarım var. Yani mesela yemek verirler, şarkılı türkülü… Yani beni hocası olsun, futbolcusu olsun; yerlisi olsun yabancısı olsun çok severler. Büyükle büyük, küçükle küçük olurum. Samet Aybaba mesela, dünyanın en tatlı hocası. Hala diyaloglarım devam ediyor. Ailecek görüşürüz. Yılmaz’la görüşürüm hala, şimdi Buca’da. Hepsini severim, onlar da beni severler.

Geçen gün yemek veriyorlardı eski topçulara, ben de gittim. Nereye gitsem herkes tanıyor beni. Başkanımız da “aferin emektara bak” diyor. Görüşemediklerimiz gördüm: Bursa’dan Haluk hoca, İskender, Sadık, Mehmet… Sağ olsun başkan da onları bütünleştirmek istedi, bir yemek verdi, iyi oldu. Çoğu gelmedi ama…

Futbolcular Arasında Küslük Olmaz

Futbolcular arasında arada bir şey olursa gücümüzün yettiği kadar müdahale etmeye çalışırız. Zaten topçular o anki sinirle iki dakika münakaşa ederler, sabahki idmanda barışırlar. Zaten öyle bir ay, iki ay küs kalmak olmaz. Ankaragücü’nde küskünlük bir haftayı geçmez. Ha, birisi biriyle daha samimidir o normal bir şey. Ama maçta hepsi de aslanlar gibi oynarlar. “Bu bana küs, bana pas atmıyor” vs. hiç olmaz öyle şey.

Şimdiki Futbolculara Dair

Şimdiki futbolcuların hepsiyle de diyalogum iyi. El Yasa, Jaba, De Nigris… Bouzid mesela, çok beyefendi, namazını kılar, formasını katlar verir teşekkür eder. Iglesias, gelir hemen boks. Bir iki boks hareketi yapıyorum, onun da hoşuna gidiyor; vuracağımdan değil. Yabancı oyunculardan Jaba ve De Nigrsi çok neşeliler.

İlginç bir Futbolcu: Colybali

Colybali mesela, duşa girer üstünde hiçbir şey olmadan çıkar. “Ya, bir şey olmaz!” diyor bana. Yavaş yavaş alıştıra alıştıra uyarıyoruz. Çıkar topunu oynardı ama, yetenek vardı. Küfürleri öğretmişler ona her yerde söylüyor. “Ya oğlum dikkat et” diyorum. Kötülüğünden değil, ona da öyle öğretmişler.

“Kalenga, Kamera Gitti; Ben De Gittim!”

İstanbul’da Fener maçı. Kalenga kırmız kart gördü. Biz de malzemeciyiz ya. Normal olarak sahadan dışarı çıkması lazım. Kalenga’yı koluma soktum, soyunma odasına gidiyoruz. Kameralar falan soyunma odasına girene kadar bizi çekiyor. Bende televizyon çekiyor diye onunla daha bir ilgileniyorum. Soyunma odasına soktum, “Kalenga” dedim, “işim buraya kadar. Kamera Gitti, ben de gittim!” J “E, napayım seni mi bekleyeceğim” dedim J. İyi bir çocuktu, iyi bir futbolcuydu.

Briegel

Kendi halinde bir insandı. Malzemeciyi, masörü sayardı. Kamplarda mesela görünce “Bira!” diyordu, gidip kendi eliyle doldurup getiriyordu. Sen de bu takımın bütününün parçasısın düşüncesindeydi.

Hakan Kutlu

Hakan Kutlu ben buradayken futbolcu olarak başladı, kaptan oldu, teknik direktör oldu. Çok sevdiğimiz bir insan. Ankaragücü’nden başka hiçbir yere gitmemiş. Gözünü Ankaragücü’nde açmış. Teknik direktörlüğünde şanssızdı!

Hikmet Karaman

Hikmet hocam, bağırır çağırır ama sonra da gönlünü alır. Ama bunu onlar için, takım için yapıyor. Herkesin ayrı bir çalışma tarzı var. Malzemeciysen mesela malzemeciliğini bileceksin.

Kamp Konserleri: “Musa Cimilli Show!”

Kamplarda mesela son gün afişler yazarlar ben şarkı söyleyeceğim diye. Hele bir gün Abant’ta yaptım böyle bir şey. O zaman altı yedi takım orada kampta. Salon büyük hepsini alıyorlar, otel müdürü afiş asıyor: ‘Musa Cimilli Show’. Allah Allah, bunun üzerine biz de hazırlandık. Çeşitli kıyafetler çarşaf marşaf giyindik. Birer de papyon taktık, sahneye çıktık. Diğer takımlar bilmiyor ki beni, bir çıktım İbrahim Tatlıses diye. Üç saat konser! Tabii ama girişler ücretli J. Güzel anılar, tabii iyi paralar alıyordum ha! Şimdi bile yemeklerde yine beni çağırırlar. Antalya’da kamp olduğunda bile hocalar beni çağırırlar, son gün yine çıkarım.

Taraftar ve Musa Cimilli

Milli takıma gittiğimi taraftar da biliyordu. Sahaya bir çıkıyordum “Musa bize Gullit’i getir!” diye tezahürat. Eskiden çıkardım 19 Mayıs’a büyük bir tezahürat. Hatta bir sezon açılışında, Sinan, Beşiktaş’tan gelmiş, seremoni yapıyorlar, futbolcuları tanıtıyorlar. E, tabii biz de oradayız. Karayalçın da belediye başkanı. Beni anons ettiler; “Milli Musa buraya, yumruk havaya!”, “Büyük Başkan!” diye tezahürat. Karayalçın orada demiş ki “Bu kim bu kadar çok alkış alıyor?”, onlar da “Bizim malzemeci” demişler, şaşırmış. Hatta Sinan orada balonları falan yakıp beni korkutayım derken yüzümü yakmıştı.

En Güzel Forma: Sarı Lacivert Çubuklu

En beğendiğim forma çubuklu sarı lacivert forma, lacivert şort, lacivert tozluk. E, şimdi formalar türedi. Eskiden isim falan yoktu. Numara vardı, onları teker teker söker yeniden dükerdik. Şimdi formayı tribüne atıyorlar. Eskiden toprak saha, toz, çim… Onları yıkayıp ütülüyorduk. Kramponları yaptırıyordum, getiriyordum. Şimdi parasıyla da alıyor ama çoğu da anlaşmalı {sponsorlu].

Suni Çimli 19 Mayıs

Suni çime alışana kadar topçular zorlanıyordu. Ama şimdi alıştılar. Normal saha gibi değil. Burada [tesislerde] çalışıyor, oraya bir gidiyor farklı geliyor. Saha bizim için iyi oldu yani, kirlenme paslanma yok J. Ama topçuyu yoruyor o başka. Yağmur da yağsa, tertemiz. Keşke idmanı her gün orada yapsak J. Maçlardan önce haftada iki gün 19 Mayıs’ta idman yapıyoruz, alışmaları için. Orada çok idman yapsan, maç esnasında çok yorulursun, çünkü orası çok yoruyor.

1991 Kupa Finali: Dönüm Noktası

1991’de İzmir’deki Galatasaray’la olan kupa finalinde Sabotiç golü atsa şimdi bir aşama üstte olacaktık. Nasip işte. Oysa çok güzel de kamp yapmıştık, iyi hazırlanmıştık. Boş kale ama olmayınca olmuyor.

“Aklımızda Düşmek Diye Bir Şey Yok!”

Kupayı aldığımızdan beri 1981’de bu takım düşmedi. Kupayı aldığımızda yedeğimiz bile yoktu; inanmış bir takımdık, valisiyle, belediye başkanıyla… Aklımızda düşmek diye bir şey yok! Allahın izniyle. Rahatım bu konuda. Takımın ileriki maçlarına bakıyorsun, dönüm maçları. Kocaeli maçı mesela dönüm maçıydı, dört fark attık. Eskişehir maçı öyle. Gelen maçlar da öyle. Topçusu da onun bilincinde, yönetimi de onun bilincinde, taraftarı da, herkes onun bilincinde. Allah bir yürek veriyor, çıkıyorlar aslanlar gibi oynuyorlar. Gelen rakipleri yensek, dışarıda da bir iki maç sıkıştırırız. Düşme korkusu yok! Fener, Galatasaray’ın cezalıları var, iddiaları da kalmamış. Bir mazi bu, Ankaragücü sonuçta.

Röportajı yapan Delivaldez'e teşekür ederiz.
Ankaragücü tribünlerde çıkan ilk fanzin olan 2.ci fanzinimizden alıntıdır.

0 yorum:

Yorum Gönder